Yeryüzü Derneği’nden Aytaç Tolga Timur, kent bahçeciliğinin özellikle Gaziantep ve Manisa gibi daha ufak şehirlerde, mevcut bahçe oranının büyüklüğü ve iklim koşulları da göz önüne alınırsa, kentte bir emisyon azaltım yöntemi olabileceğini belirtiyor.

 

Yıllardır İstanbul ölçeğinde ilginç bir proje yürütüyorsunuz. Kent bahçeleri ile temelde ne yaptığınızı anlatır mısınız?

Bu söyleşinin İklim Haber için yapıldığını düşünürsek, ben de yanıtlarımı daha çok bu düzlemde vereceğim. Kent bahçeleri o kadar çok yönlü bir aktivizm ki gerçekten anlatmakla bitmiyor. 2019’da İstanbul Kent Bahçeleri, 10. yılını kutluyor. En doğusundan en batısına bütün kent ölçeğinde 1.900 bahçeye ulaştık. Kent bahçeciliği ile evinizin ya da apartmanınızın önünde-arkasında size ait olan toprak parçasını, terasınızı ya da en kötü ihtimalle balkonunuzu kullanıyorsunuz. Kent bahçeciliği ile eliniz toprağa değiyor, birazcık da olsa ürün alıyorsunuz ya da bütün evin mutfak sebzesini üretiyorsunuz. Hepsi mümkün. Ama özünde ekilecek alan size ait, proje bu. Ancak hiç deneyiminiz yok. Eliniz toprağa değmemiş. Olsun, fark etmez. Yeryüzü Derneği olarak biz gönüllüler, derneğe başvuran her hemşerimize tohum, fide veriyor ve sürekli eğitimlerle bahçesinde mükemmel hasat için onu hazırlıyoruz. 2009’dan bu yana da bu işi bedelsiz, katılımcılardan ya da herhangi bir kurumdan bir kuruş almadan gerçekleştiriyoruz. 2019 senesinde bu projeyi 17 gönüllünün emek vermesi ile gerçekleştirdik.

 

Kent Bahçeleri projesine nasıl başladınız, motivasyonunuz neydi?

İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar, esasında dünyanın en büyük metropolleri de dahil olmak üzere kent tarımı yapılıyordu. Kümes hayvanları, küçük çiftlik hayvanları kentte yetiştiriliyordu. Ancak modernizm ve onun kanunları yavaş yavaş bu girişimleri yasakladı. Tarım, “köylülük” olarak görülmeye ve ötekileştirilmeye başladı. Neyse ki 1990’lardan sonra bu iş özellikle Havana, Toronto, Moskova, Londra gibi önemli ve ünlü şehirlerde sorgulanmaya, bununla da yetinmeyip tersine döndürülmeye başlandı. İnsanların bahçelerinde domates yetiştirmesi, arı kovanı kurması ya da bir iki keçiye bakması, sonunda kanunları da değiştirdi ve yasaklar birer birer kalkmaya başladı. Biz de üç kafadar oturup düşündük, İstanbul’umuzun neyi eksik, neden kent bahçeleri kurmayalım? Böylece güçlü bir ivmeyle harekete geçtik. Bugün neşeyle izliyorum, çiçek dükkanları nisan ve mayıs aylarında artık fide satıyorlar. 10 yıl önce böyle bir şey mümkün değildi. Hiç unutmam, Üsküdar’da beni çağırdıkları bir sitenin yöneticisi ve sakinleri, salatalık fidelerini görünce burayı köye çevireceksiniz diye üzerimize yürümüştü. Şimdi bizleri rezidansların yöneticileri ve mimarları arayıp, bahçelerine permakültür uygulamaları yapabilir miyiz diye soruyorlar. Bundan daha net bir başarı göstergesi olabilir mi? Bundan daha güzel bir motivasyon olabilir mi?

 

Projenin hangi alanlarda faydasını gördünüz? Sosyal ve ekonomik etkiler gördünüz mü? Bize bu noktada gördüğünüz faydaları anlatır mısınız?

Başından beri oldukça stratejik bir şekilde, bunun sadece orta sınıfın ikamet ettiği semtlerde hayata geçmemesi, işçi sınıfının semtlerinde de gerçekleşmesi için çok çaba sarf ettik ve bu yönde kararlar aldık. Örneğin bazı gazetelerde haber olması için uğraştık. Ana akım televizyon kanallarına çıkmaya çalıştık, sadece internetten değil, telefon ile de kayıt aldık ya da kayıt masaları açtık. Bazı mahalle dernekleri ve bazı muhtarlıklarla çalıştık. Hepsi meyvesini verdi. Sözünü ettiğim 2.000’e yakın bahçenin önemli bir bölümü asgari ücretle geçinen, bahçesinden çıkan bu ürünlerin bir kısmını satan ailelere ait. Hatta bir ara bu insanlar için belediye ile görüşüp, özel bir pazar açmayı dahi planladık. Ancak işgücü yetersizliği nedeniyle hayata geçiremedik. Orta sınıf bahçelerinde ise, atalık tohumun önemini, yasalardaki özel maddeleri tartıştık, ekolojik denge üzerindeki etkilerine yoğunlaştık. Bu anlamda bir yandan yaşamın iktisadını dönüştürmeye çabalarken, bir yandan tarımsal dünyadaki önemli değişiklikler için politik argümanlarımıza taban bulmaya çalıştık. Böylece İstanbul’un orta yerinde bir dayanışma ağı kurduk.

 

Bu dayanışma ağı sadece konuya özel mi kaldı yoksa insanlarda farklı alanlarda bilgi ve birikimin artmasına sebep oldu mu?

Bunu net olarak gözlemlediğimi söyleyemem. Şu kadarı ile yetinebilirim, tohum ile ilgili yaptığımız sokak paneline 1.200 kişi katıldı. Bu bence önemli bir rakam. Bunun artçıları olmuş mudur, muhtemelen ama ben somutlaştıramıyorum.

 

Biraz da iklim değişikliği etkisinden bahsedelim. Dernek olarak yayımladığınız Kent Bahçeleri Deneyimi kitaplarında bu faaliyeti aynı zamanda bir iklim eylemi olarak tanımlamışsınız. Dernek olarak, bu konuda da başarıya ulaştığınızı düşünüyor musunuz? 

Mutlaka. Kent bahçelerine yakından baktığımızda, bir kere sebze meyve üretiminde hiç fosil yakıt kullanılmıyor. Yani bahçeyi traktör ile sürmüyorsunuz. İkincisi zirai girdisi yok ki bunların üretimi de tamamen fosil yakıtlara bağımlı. Zararlı mücadelesinde özel formüllerimizi paylaşıyoruz. Sirke, ev yapımı çeşitli ekstreler, ceviz ağacı yaprağı ya da ısırgan otu gibi. Hepsi doğal ve evde kolayca imal edilebilir şeyler. Ürünlerin taşınması için de mazot harcanmıyor. Bahçenizden yeteri kadar toplayıp geliyorsunuz. Satışa geçen bahçelerimiz için de durum böyle çünkü komşularına küçük tezgahlarda satış yapıyorlar, hem de iyi fiyata. Çünkü o komşu ürünün nasıl yetiştiğini, atalık tohum olduğunu ve zirai ilaç kullanılmadığını çok iyi biliyor. Nereden biliyor, camdan bakınca görüyor. Devam edelim, bu ürünlerin hiçbiri soğuk hava depolarında inanılmaz miktarda elektrik kullanılarak aylarca saklanmıyor. Taze taze tüketiliyor, fazlası eşe dosta, çocuklara ve torunlara ikram ediliyor. Bu nedenle de besin içerikleri çok yüksek ve sağlıklı. Gidip market raflarında elektrik altında ya da buzdolabında da saklanmıyor. Yani A’dan Z’ye herhangi bir fosil yakıt kullanılmadan üretiliyor. Bu konuda en iyi kaynaklardan biri de Küba’da Kent Bahçeleri kitabı. Editörlüğünü ben yapmıştım. Soğuk Savaş sonrası müthiş bir petrol krizine giren Küba’nın, kent tarımını %80’e çıkarak bu meselenin üstesinden nasıl başarıyla geldiğini anlatıyor. Tarlasını sürecek mazot bulamayan, üretse bile bunları büyük şehirlerine taşıyamayan hükümetin çözümü kent tarımında bulduğunu ve tarımsal faaliyetlerin özü gereği, bunu sadece bir mevsimde hayata geçirip, ardından yüzdesini artırdığını anlatıyor. Bence iklim krizi ve kent tarımı açısından çok iyi bir kaynak ve gelecekteki daha büyük petrol krizlerinden çıkmak için de iyi bir rehber niteliği taşıyor.

 

Kent bahçeciliği ile kentteki yoksulların gıdaya erişiminin sağlanabileceğini düşünüyor musunuz? Ya da kent bahçeciliği kentte bir emisyon azaltım yöntemi olabilir mi?

Aynen, her ikisini de 10 yıllık deneyimime dayanarak söyleyebilirim. İlkin şunu belirteyim, Türkiye 2019 kışında önemli bir patates-soğan krizi yaşadı. Fiyatlar değil yoksulların, orta sınıfların bile almakta zorlanacağı bir yüksekliğe erişti. Biz ne yaptık, hemen yıllardır deneyimlediğimiz çuval içinde patates yetiştirme yöntemini anlattık. Sadece balkonun bir köşesine koyacağınız bir çuval içinde 10-12 kilo patates yetiştirmeniz olası. Soğan hele en kolayı çünkü kokusundan dolayı zararlıları uzak tutuyor. Sırf bu özelliği nedeniyle biz zaten kent bahçelerinin köşelerine, kenarlarına ekmeleri için öneriyorduk. Küçük arpacıklar dağıtıyorduk. 2019’da ne oldu, soğan arpacığının kilosu toptanda 26 liraya çıktı. Köylüler soğan kadar kolay yetişen bir ürüne hemen yöneldiler. Muhtemelen 2020’de soğan fiyatı düşük kalacak ama onun yerine başka bir ürün hızla fiyatlanacak.

Emisyon meselesine gelince, İstanbul gibi 18 milyon insanın yaşadığı bir metropol düşünülünce bu emisyonun oranı nerelerde kalır, emin değilim. Ama daha küçük şehirlerde örneğin Gaziantep’te, Manisa’da kent bahçeciliği mevcut bahçe oranının büyüklüğü ve iklim koşulları da göz önüne alınırsa, sebze ve meyveden Havana gibi %80’lere varan bir noktaya gelebilir ki bu önemli bir emisyon azaltımı demektir.

 

Belediye seçimleri yeni yapıldı. Bu yüzden 10 yıla yakın süredir Kent Bahçeciliği projesini öz kaynakları ile yürüten bir dernek olarak belediye başkanlarına öncelikle neler söylerdiniz?

Kent bahçeciliği ne yazık ki İstanbul’da çok az belediyenin gündeminde, onların da boş arazisi yok. Belediyeler daha çok kozmetik bahçeciliğe önem veriyorlar. Örneğin büyükşehrin otoyol kenarlarına yerleştirdiği dikey bahçeler, bizim küçük balkonu olan hemşerilerimize önerdiğimiz, az yer kaplayan önemli bir kent bahçeciliği yöntemi. Umuyorum iklim krizi belediyelerin de yerel bir çözüm olarak kent bahçelerini görmesine neden olur. Bu durumda biz mevcut deneyim ve birikimimizi seve seve belediyeler ile paylaşır ve çok daha büyük alanda hayata geçmesine önayak olabiliriz. Yeryüzü Derneği bu anlamda iletişime açık, birlikte yol almayı seven ve sürece önem verirken sonuçları da özenle takip eden bir niteliğe sahip.

 

Söyleşi, iklimhaber.org‘da yayınlandı.

https://www.iklimhaber.org/kent-bahceciligi-ile-kentlerde-emisyon-azaltimi-mumkun-mu/