Gıdanın küreselleşmesi, hem geleneksel üreticiyi hem de tüketiciyi gıdaya yabancılaştırırken, Yeryüzü Kooperatifi iki tarafın da kazandığı, katılımcı ve şeffaf bir üretim alternatifi sunuyor.

2011 yılında bir araya gelmiş küçük gıda topluluklarından oluşan Yeryüzü Kooperatifi, bugün İstanbul dışından da üreticileri ve alıcıları olan, giderek büyüyen bir kooperatif. Dönüşüm geçtiğimiz yılın ağustos ayında yapılan bir gıda çalıştayının ardından, Yeryüzü Derneği ve Yeşil Düşünce Derneği’nin ortak çağrısı üzerine başlamış.

Kooperatif bugün, Bostancı‘da açılmış olan dükkanda, çoğu İstanbul ve çevresinden olan pek çok küçük üreticiden tedarik ettikleri ürünleri erişilebilir fiyatlarla insanlara sunuyor. Ürün yelpazesi de bir hayli geniş: Bakliyattan turşuya, marmelattan zeytinyağına pek çok ürünün yanı sıra her türlü kahvaltılık malzemesi dükkanda mevcut. Üyelerin anlattığına göre haftada iki defa da taze meyve sebze geliyor.

 

Peki gıda topluluklarından bu noktaya nasıl gelindi?

Yeryüzü Derneği’nden Aytaç Tolga Timur, 2011’de bir araya gelen gıda topluluklarının kooperatifleşme sürecini şu sözlerle anlatıyor:

“2019 senesinde sürekli yaşadığımız bir çelişkiyi artık çözemez hale gelmiştik. O da şuydu: Biz, topluluklarda küçük kalmaya gayret gösterdik. Bunun nedenleri şunlardı: Gönüllülük esası var, gönüllüler çalışan insanlar. Ne kadar vakit ayırabilirler ki? Çünkü bir ürünün listesinin hazırlanması, lojistiği, dağıtımı tahsilatı… Hepsi bir iş yükü. Bu nedenle topluluklar 30 kişiye ulaştıkça onları böldük.”

Timur’un anlattığına göre, bu durum kaçınılmaz olarak, üreticiden temin edilen ürünün ölçeğinin küçük olmasına, dolayısıyla üreticinin memnun olmamasına yol açmış. Hal böyle olunca kooperatifleşmenin bu sorunu çözebileceği düşünülmüş. Nitekim çözmüş de. Kooperatiflerde nasıl bir üretim biçimi olduğunu konuşacağız, ama önce biraz geriye gidiyoruz.

‘Gıda sürekli olarak küreselleşiyor’

Neden gıda toplulukları? Gıda toplulukları, halihazırda alışık olduğumuz, büyük şirketlere, büyük markalara karşı nasıl bir alternatif üretim biçimi sunuyor? Timur’un söylediğine göre, aslında gıda toplulukları, geleneksel ilişki biçimlerini bugün sürdüren topluluklar. Bunu Ivan Illich‘in Gölge İş kitabında geçen satırlarla anlatıyor:

“18 19. yy herhangi bir kişi yaşadığı yerin en yüksek binasına çıkarsa, 360 derece döndüğünde ihtiyacı olarak kullandığı her şeyin yüzde 95’inin nerede yapıldığını ya da yetiştirildiğini görebilirdi.”

Bu elbette günümüzde hayal edilemeyecek bir şey. Timur, gıda topluluklarının bir anlamda bu geleneği yaşatmaya çalıştığını söylüyor. Günümüzde, süpermarketlerde ve gıdaya erişilen pek çok yerde ise, üreten ve tüketen arasında güvenilir ve şeffaf olmayan bir ilişki var:

“Çünkü artık gemilerin Süveyş Kanalı‘nı aşıp Hindistan‘a gitmesinden, Amerika‘dan gıda ürünlerinin gelmesinden başlayarak gıda sürekli olarak küreselleşmeye başladı. Küreselleştikçe de kontrolü, küresel dev şirketlerin eline geçti. Bugün mesela BİM‘de Kanada‘da üretilen mercimek satılıyor. Nasıl mümkün oluyor bu? Kim kontrol ediyor? Hiçbir şey bilmiyoruz.”

Bu ilişkiyi kooperatiften bir diğer isimle, Özlem Çaykent‘le de konuşuyoruz. Çaykent, gıda topluluklarının kurulmasından sonra sürece dahil olmuş. Bu dahil oluş, gündelik hayatını da etkilemiş, yavaş yavaş büyük marketlerle ilişkisi kesilmiş. Alternatif bir ekonomi üzerine düşünmenin, kırsal ve şehir arasındaki uçurumun kapanmasının, hak edenin en çok gelir almasının nasıl sağlanacağı üzerine düşünmenin kendisi için önemini şu sözlerle anlatıyor:

“Nasıl tüketiyoruz, bu ürün soframa nasıl geliyor, bu ürünü soframa getiren insanlar benim verdiğim ücretin ne kadarını alıyor, bunun üzerine düşünmek adil bir toplum inşası için önemli bir süreç benim için.”

Tam da bu yüzden kar amacı gütmeyen bir organizasyona dahil olarak alternatif üretim sürecinin bir parçası haline gelmek istemiş. Bu durumu “Eleştiriden bir adım daha ileri gitmek ve eleştirdiği sistemin karşısında durmakla kalmayıp bir adım atmak” olarak tanımlıyor. Öte yandan, benimsemiş oldukları alternatif üretim sürecinin henüz çok başında olduklarını vurguluyor:

“Biz yatay, yani hiyerarşisiz bir organizasyon kurma ve yönetme deneyimi içindeyiz. Tüm ortakların dayanışmasıyla sürdürülen ve herkese açık bir iş ve elbette zorlukları var. Her gün yeni bir soruyla karşılaşıyoruz. Dünyada başka örnekleri de inceleyerek bu yatay organizasyonu nasıl sürdürülebilir bir hale geleceğini ortak inşa etmeye çalışmak bile başlı başına heyecan verici bir süreç. Yolumuz daha uzun…”

‘Her iki taraf da kazanıyor’

Çaykent, ürünleri küçük üreticilerden aldıklarını vurguluyor. Bunun yanında, ancak üretim sürecini takip edebildikleri üreticilerle çalışıyorlar. Karbon ayak izini en aza indirmek adına, tercihleri genellikle bu üreticilerin İstanbul ve yakın çevre illerden olması.

Timur da, kooperatiflerin bu yüzden tercih edilmesi gereken bir alternatif olduğunun altını çiziyor. Zira kooperatiflerde alıcı da aldığı ürünün hangi üretici tarafından yetiştirildiğini, yetiştirilmesinde hangi tohumun kullanıldığını vb. biliyor. Bu şeffaflık sayesinde, tüketici aleyhine bir hiyerarşi oluşması engellenmiş oluyor.

Timur, durumu “Hem üreticinin hem de tüketicinin kazançlı olduğu bir ilişki bu” diyerek özetliyor:

“Bir biber normalde üç ayda yetiştirilir. Siz markette bibere dokunduğunuzda zamansal olarak bilirsiniz ki, bu biber daha önce yetiştirilmiştir. Yetişmiş ve oraya kadar gelmiştir. Ama bir gıda kooperatifinde ya da gıda topluluğunda bu süreç eş zamanlıdır. Siz onu hangi üreticinin onu yetiştirdiğini, hangi tohumu kullandığını, o biberin oraya nasıl geldiğini bilirsiniz. Bu eş zamanlılık etkileşimi arttırır. Böylece bir anda üretici ve tüketici eşdeğerlik kazanır, biri diğerine tahakküm kuramaz, hiyerarşi oluşmaz.”

Peki organik tarımdan, geleneksel tarım biçimlerinden vb. söz edildiğinde sık sık duyduğumuz “atalık tohumu” nedir?

“Bizim atalık tohumu dediğimiz aslında yüz yıllardır çiftçilerin köylülerin ekip biçtiği üzerinde oynanmamış tohumdur. Buna değişik adlar verenler var, önemli olan adının ne olduğu değil, önemli olan ontolojik olarak ne olduğu. Ontolojik olarak bu, nesilden nesile eçmiş tohumdur. Nesilden nesile geçme coğrafi anlamda da değişebilir -patates ve mısır örneğin Amerika kıtasından, buğday Mezopotamya‘dan yayıldı yayıldığı gittiği yerlerde de köylüler bunu ektiler biçtiler öbürüne geçirdiler. Yani coğrafi olarak sınırlı değil. Ama zamansal olarak, milattan önce 8 bin 500’den beri böyle devam ediyor.”

‘Salgın güvenli gıdaya olan talebi arttırdı’

Bu tohumların, konvansiyonel gıdaların aksine zehir barındırmaması ise bir diğer artısı. Hiçbir tarım ilacı kullanılmadan üretildiği için, bağışıklığa olumlu yönde etkisi bulunuyor:

“Bunun karşısında iki şey var. Biri hibrit tohumu, yani laboratuvarda yapılan tohum. Özellikle kentli tüketicinin kozmetik ihtiyaçlarını karşılamak için üretiliyor. Mesela domateslerin şık gösterilmesi ve taşırken yarılmasını engellemek için kalın bir kabının olması. Köşeli karpuz, taşıma maliyetini düşürüyor. Bir diğeri GDO‘lu tohumlar, yani genetiğiyle oynanmış tohumlar. O tohuma başka bir bitkinin ya da bir hayvanın genetiğinin karıştırılması.”

 

Bu iki tohumdan üretilmiş tohumlar Yeryüzü Kooperatifi tarafından kullanılmıyor. Tekrar atalık tohumuna ve bağışıklığa olumlu etkilerine dönüyoruz.

Timur, salgınının insanların güvenli gıdaya erişim talebini daha da arttırdığını, dolayısıyla kooperatiflerine öncekinden daha fazla ilgi olduğunu anlatıyor. Sosyal medyadan yaptıkları çağrıya büyük ilgi olduğunu anlatan Timur, Yeryüzü ekolojik köyünde atalık tohumlardan yetiştirdikleri fideleri, insanların bahçede ve balkonlarda yetiştirebilmeleri için getireceklerini söylüyor.

Evlere servis, sosyal medya…

Peki salgın, Kooperatif’in işlerini hangi anlamda zorlaştırdı? İstanbul Bostancı‘daki dükkan, Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının açıklanmasından hemen önce açılmıştı. Bundan sonraki süreçten nasıl etkilendi?

Çaykent, salgın boyunca, özellikle temiz gıda talebini karşılayabilmek adına yasaklar haricinde dükkanı açık tuttuklarını söylüyor. 65 yaş ve üzerine yönelik sokağa çıkma kısıtlamaları dolayısıyla, bu kesimden pek çok kişiye de evlere servis yaparak ürün ulaştırmışlar.

Bununla birlikte dükkan fiili karantina dolayısıyla duyurusu dahi yapamadan açıldığı için, kitlelere şimdilik büyük ölçüde sosyal medya üzerinden ulaşılmış.

Dükkanı kiraladıkları binada yaşayan herkesin, varlıklarından çok mutlu olduğunu söyleyen Çaykent, sosyal mesafe ve temizlik kurallarına dikkat ederek dükkanda çay ikramı yaptıklarını anlatıyor. Salgın tamamen ortadan kalktıktan sonra da sosyal etkinlikler düzenleyerek ilgiyi arttırmayı planlıyorlar.

‘Toprağı işleyen köylü için alternatif bir yaşam yoktur’

Son olarak bir kez daha neden kooperatiflerin “daha iyi” olduğu soruma ise Timur şöyle cevap veriyor:

“Siz doğrudan bir çiftçiden ürün aldıkça, onunla beraber çalışmaya başladıkça siz onu orada köklendiriyorsunuz ve iyi temiz adil gıdayı üretmesini sürdürülebilir kılıyorsunuz. Ama bunun yerine ana akım yolları kullandığınızda orada tüccar/şirket, neresi karlı ise oradan alıyor. Şirket için karlılık bir numaralı önceliktir, kooperatif için karlılık bir numaralı öncelik değil.”

“Bir şirket gidip Siirt’te bir inek tesisi kurabilir. kar etmediğinde de o tesisi tamamen kapatıp kamyon fabrikası açabilir. Onun için önemli değildir ama kendisi iki tane ineğe bakan, karısıyla beraber bir toprağı işleyen köylü için alternatif bir yaşam yoktur.”

Ürünlere nasıl erişilebilir? 

Gitmek isteyenler için Yeryüzü Kooperatifi’nin Bostancı’daki dükkanının adresi şöyle: Bostancı Mh. Prof Kemal Akgüder Cad. No:38 Kadıköy

Telefonla iletişime geçmek isteyenler ise 0 542 259 42 26 no’lu sipariş hattını arayabilir.

 

Kaynak: https://yesilgazete.org/katilimci-ve-seffaf-bir-alternatif-yeryuzu-kooperatifi/